Kamusal Sanat, bireyle ilişki içinde olmalı ve birlikte toplumsal bir problemi dile getirebilmelidir. Yeni tip kamusal sanat projeleri ile sanat demokratikleşmeye başlamıştır. Sanatçı ve katılımcı ile birlikte gerçekleştirilen bu çalışmalar, hayatımızın içinde yer alan; fakat çoğu kez umursamadığımız toplumsal problemlere farklı bir açıdan sanat aracılığıyla dikkat çekmektedir.
Katılımcı Sanat üretimi ise Avrupa’da son yıllarda sanatın kendisini ifade edebilmesi için kabul görmüş yöntemlerden birisidir. Bu uygulama yeni bir ilişki türünü ve sanata dair yeni kavramları da gündeme getirmiştir. Bu yeni ilişki türü özellikle sanatın katılımcı yanını vurgularken, bir anlamda geleneksel olarak “izleyici” olarak adlandırılan tarafın sürecin içinde daha aktif olmasını sağlamakta ve bu katılım/var oluş biçimi sanatın alımlanması ve algılanması bakımından bir demokratik ilişki türü ortaya koymaktadır. Bu görece demokratik ilişki biçimi her iki tarafta, sanat (ve doğal olarak sanatçı) ve izleyicilerde, önemli bir farkındalık alanı yaratmaktadır.
YENİ TİP KAMUSAL /KATILIMCI / ETKİLEŞİMCİ SANAT / SÜREÇ SANATI
Kamu ile birlikte sanat üretimi, son yıllarda sanatın kendisini ifade edebilmesi için kabul görmüş yöntemlerden birisidir. Bu uygulama yeni bir ilişki türünü ve sanata dair yeni kavramları da gündeme getirmiştir. Bu yeni ilişki türü özellikle sanatın katılımcı yanını vurgularken, bir anlamda geleneksel olarak “izleyici” olarak adlandırılan tarafın sürecin içinde daha aktif olmasını sağlamakta ve bu katılım/var oluş biçimi sanatın alımlanması ve algılanması bakımından bir demokratik ilişki türü ortaya koymaktadır. Bu görece demokratik ilişki biçimi her iki tarafta, sanat (ve doğal olarak sanatçı) ve izleyicilerde, önemli bir farkındalık alanı yaratmaktadır.
Suzanne Lacy, Mapping the Terrain kitabında, Kamusal Sanat tanımını bir adım daha ile götürerek, kamu kim ise o grubun doğrudan müdahil olabileceği sanatı, Yeni Tip Kamusal Sanat (New Genre Public Art) olarak tanımlamaktadır. Aynı kitapta Mary Jane Jacobs kamusal sanatı, Süreç Temelli (Process-based) olarak tanımlamış, Michael Brenson ise Conversation at Castle kataloğunda, benzer işlere Komünite Temelli Sanat (Community-Based Art) tanımını getirmiştir. Emma Mahony Royal Collage of Art’ın 2000 yılında düzenlediği Demokrasi sanat pratiğinin katoloğunda, doğrudan doğruya Joseph Beuys’un tanımladığı Sosyal Heykel (Social Sculpture) kavramına gönderme yapmaktadır.
Buna göre, burada artık, geleneksel olarak tanımlanmış park ve bahçe heykellerinden, hatta günlük hayatın daha da yoğun olarak yaşandığı alışveriş merkezleri, havaalanları vb. yerlerdeki heykel ve enstalasyon uygulamalarından çok, sanatçı ve izleyicinin bir ilişki/diyalog ve etkileşim içinde bulunacakları ve sonuçta ortak bir üretimin gerçekleşeceği bir sanat türünden söz etmek zorunludur.
Bu yeni tip sanat, daha çok günümüzün yeni sorunları (zehirli atıklar, kadınlara karşı şiddet, ırkçılık, yaşlılık, silahlanma, kültürel kimlik, çevre sorunları gibi) ile ilgilenmeye başlayan sanatçıların ilgisini çeken bir alandır. Bu ilgi, sanattan uzaklaşan, estetik dilini kamusal stratejilerin oluşturmaya başladığı bir sanat yaklaşımıdır. Bu projeler, izleyicisi ile onların gündelik hayatları ile doğrudan ilişkilendirilebilecek olan konular hakkında iletişim ve etkileşim kurmak için geleneksel olan ve olmayan her türlü aracı kullanan sanatçıların işleri olarak tanımlanmalıdır. Form ve içerik anlamında deneyselliğin arandığı bir süreçtir.
Kamu ve sanat arasında bir boşluk vardır. Bu boşluk geleneksel olarak sanat nesnesi ile doldurulur. “Yeni Tip Kamusal Sanat”a ise bu boşluk sanatçı ve kamunun sonu bilinmeyen ilişkisi ile doludur ve aynı zamanda kesintisiz bir süreçtir ve çoğu zaman da sanat ürünü olacak şeyin ta kendisi sadece bu ilişkidir. Bu sanat türü için tarih, mekân, malzeme, artistik araçlardan çok izleyici, ilişkiler, iletişim, etkileşim ve politik eğilim kavramları öncelikli olarak anılmaya başlanmıştır.
Olayların galeri, müze gibi tanımlanmış, geleneksel mekanlar dışına çıkmış olması, aynı zamanda, o güne kadar çağdaş sanat ve sanatçı ile bir ilişkisi olmamış olan grupları işin içine dahil etmektedir. Burada artık sanatçıların ilgilendikleri tek şey kamu bilincinin dönüştürülmesi değil, aynı zamanda sanatçı olarak kendi dönüşümlerini de sağlamak olmaya başlamıştır. Sanatın süreci içinde ve sanat yapma denkleminde izleyici denklemin bir tarafı olmaya başlayınca bu sürecin oluşacağı mekânlar da çeşitlenmeye başlamış, gazeteden halk tuvaletine, alışveriş merkezinden gökyüzüne kadar oldukça geniş bir alana yayılabilmeye başlamıştır. Pratiğin oluşmaya başlaması ile birlikte kamusal sanat içinde “yer” (site) anahtar eleman olmaya başlamış, sanatçılar çoğu zaman bu yerin ekolojik, tarihi ve sosyolojik yanına ilgi göstermeye başlamışlardır. Sanatçı olmayanlar ile birlikte oluşturulan bir süreçte sanat yapılıyorsa, ortaya çıkacak olan “sanat işi” (artwork) de artık değişik vizyonlardan görülmelidir.
Bu sanatı artık uzmanlar kadar izleyicisi ve hatta katılımcısı da değerlendirmeye başlamıştır. Hem stilistik olarak yeni bir buluş hem de politik olarak ilerici bir tutum gösteren bu yeni tip kamu sanatı, medya ve kurumlarda kolayca yer bulamadığı gibi, toplamayı (collection) da mümkün kılmadığı için sanat pazarında da yerini bulamaz.
Kamu sanatında bir taraf olan izleyici, sanat yapıtının merkezinde kendi ilgi ve meseleleri ile durmaktadır. Sanatsal kaliteyi ve başarıyı izleyici eleştirileri ile belirlemektedir. İzleyici daha aktif bir rol alır, bu ilişki sayesinde sanat yapıtı toplum ile ilişki kurma şansını yakalar, sanat kurumları dışında gerçekleşen projelerde izleyiciye daha önemli ve öncelikli bir rol verilir. Her ne kadar bu süreç birçok sanat izleyicisini bir taraftan kaçırıyor olsa da, politik açıdan bakıldığında sanat ve onu izleyenler arasında demokratik bir ilişkinin kurulmasına yol açmaktadır.
Üründen çok süreç olan sanattan artık söz edebiliriz. Bu projelerin çoğu, sonunda bir sanat objesi ortaya koymayacak, birçoğu da zaten sanat olarak bile adlandırılmayacak türden süreçlerdir.